Orda bir köy var uzakta,
O köy bizim köyümüzdür.
Şimdilerde gitmesek de, kalmasak da
O köy bizim köyümüzdür.
Anadolu’da bayramlar bir başkadır. Yaşanılan telaşı, bu telaşın getirdiği coşku bir başkadır. Bu coğrafyanın kendine has adet, gelenek ve görenekleri vardır. Bayramlar, bu geleneklerin en insani tarafının yaşandığı, coşku dolu anlarıdır. Her şehrin, her ilçenin belki de her köyün kendine has, bu günlerde yaşattığı çok hoş gelenekleri vardır. Köy dedim de aslında, köy demek memleket demek. Herkes için köyün ifade ettiği anlam farklı olabilir. Belki de kimine göre içinde doğup, büyüdüğü havasını teneffüs ettiği toprak, kimisine göre de yıllar evvelinden içinden çıkıp gittiği, ancak özlemini çektiği, havasını her daim ciğerlerinde hissettiği, baba yadigârı memleket. Demişler: Nerelisin ya gardaş? Demiş: Bu dünya benim memleket. Evet, bu dünya hepimizin sorumlu olduğu büyük memlekettir. Ya içinde doğup büyüdüğümüz, ana babamızın doğup büyüdüğü, topraklar. Bizim kültürümüze, konuşmamıza, insani ilişkilerimize varıncaya kadar etkisini bütün bir hayatımızda amma farkına vararak amma farkına varmadan yaşadığımız köyümüz. A. Hamdi Tanpınar’ın da dediği gibi “ Mazisiz bir hal tasavvur edilebilir, fakat mazisiz bir gelecek tasavvuru imkânsızdır.” Bu sözler beni mazinin güzelliklerini anlatmaya götürüyor…
Benim köyüm de küre dağlarının eteklerinde, dağınık yerleşimi olan, mahallelerden oluşmuş bir Karadeniz köyü. Dedik ya Anadolu’nun her yerinde bayram coşkusu bir başka kutlanır. İşte bu Karadeniz köyünde de bayramlar bir başkadır. Özellikle Kurban bayramlarında bir başkadır. Hele o kurban bayramı Arife’sinde başlayan hazırlık telaşı. Bizim oralarda bir gelenek daha vardır. O da bayramlar, gün gün köylere taksim edilmiştir. Mesela bizim köyün bayramı, bayramın birinci günü. Annemlerin köyünün bayramı, bayramın ikinci günüdür. Sanırım mesafeler uzak olduğu ve şimdilerde olduğu gibi ulaşımın rahat olmadığı, her yere yürüyerek gidildiği zamanlarda oluşmuş güzel bir uygulama. Bu hala bu şekilde devam etmektedir. Bu şekilde insanlar birbirlerini daha rahat görebilmekte, herkes birbirini sırayla ziyaret edebilmekte. Kimsenin o gün köyden ayrılması gibi bir durum söz konusu olmamakta. Buna göre her köy hazırlığını yapmakta, kurbanını kesmekte.
Kurban bayramlarında, bayram namazından sonra kurbanını kesecek olan keser. İlk gün bayramı olanlar elini çabuk tutar ki, bayramlaşmaya gelenlere ikram edilmek üzere etler pişirilip, misafirlere yetişsin. Diğer bayram yemekleri ise bir gün önceden hazırlanmıştır, bile. Namazdan sonra kesilen kurbanın etleri pişirilmek üzere büyükçe bir tencere veya miktarın az ya da çokluğuna göre kazanlara koyularak pişirilir. Etler kemikli ve kemiksiz olmak üzere karışık bir şekilde tencereye koyulur. Kendi suyunda pişirilip, suyunu çekene kadar kaynatılır. İkinci gün bayram yapacaklar eti bu şekilde hazırlayıp, bayramlarının olduğu gün tekrar ateş üzerine eti koyarlar. Bu aşamadan sonra yani kendi suyunu çekmiş etin içine, kırmızı toz biber ilave edilir. Bu şekilde biraz daha kavrulduktan sonra sıcak su veya kaynar su ilave edilir. Ama mutlaka sıcak su ilave edilir. “Pişmiş aşa soğuk su katılmaz” sözünde olduğu gibi. Bir süre daha bu şekilde pişirilir. Pişen ete kararınca tuz katılarak ocaktan alınır. Bayramlaşmaya gelenlere ikram edilmek üzere. Bayramda pişirilen bu kurban etinin, kalabalıkta yenince tadına doyum olmaz. Doğrusu içine koyulan toz kırmızıbiber, etin lezzetine lezzet katar. Bu şekilde pişirmenizi tavsiye ederim.
Bu arada diğer bayram yemekleri ne? Diye merak edecek olursanız, hemen söyleyeyim. Nohut ya da kuru fasulye, yanına pilav ya da keşkek, karalâhana dolması, kabak burması, sütlü çorba, elde kesme kadayıf tatlısı. Yenilerde bu tatlıların yerine hazır tel kadayıf yapanlarda var. Ayrıca yoğurtlu patates salatası, yoğurtlu şekerpancarı salatası en favori yemekler arasında diyebilirim. Şöyle yoğurdu biraz suluca. Ha birde sarımsaklı makarna ve tenis topu büyüklüğünde yapılmış un helvasını da unutmamak lazım. İşte bizim oraların bayram mönüsü…
Bayramlaşmaya gelen herkese mutlaka sofranın kurulduğu, yemeksiz gönderilmediği hatta gelen kişinin, girilen evin tanıdık olup olmamasının bu durumda bir şey ifade etmediği, her halükarda sofranın kurulduğu bir bayram. Daha birçok güzel şeyin yanında manevi değerlerimizi de hissettiğimiz bir bayram ve güzel bir gelenek. Bu tür sosyal dayanışma ve kaynaşmanın olduğu adetlerimizi yaşatmalıyız. “Bir toplum ancak kendi kimliğine has, böylesi güzel geleneklerle varlığını, kendine has çizgisinde bozulmadan devam ettirecektir… Sıçrayıp, ufuk değiştirmek bile ancak bir zemine basarak mümkündür. Bu zemin geçmişimizdir; onunla kuracağımız sağlıklı ilişki geleceğimizi belirleyecektir.” (A.H.Tanpınar) Ne dersiniz? Bu sözlere katılmamak içten bile değil, öyle değil mi?
Yazan: Fikriye İMAMOĞLU |