BAHAR DALI
Mevsimlerin hepsi birbirinden güzel ancak favori olanı hangisi diye soracak olursanız, cevabım bahardan yana olacaktır.
İçimizden birçoğuna bahar nedir? Diye sorsam; eminim herkes yaşantısındaki bahara göre cevaplar verecektir.
Bahar elbette ki ilk önce bir mevsim. Ancak onu diğer mevsimlerden farklı kılan en önemli özelliği göz açıp kapayıncaya kadar geçip gitmesi. Her güzel olan şey gibi onun da vakti kısa.
Baharın bu kadar kısa olmasını hissettiren yaşatan belki de fırtınalı geçirdiği süreçtir.
Bir açıp-bir kapayan havasıyla, bulutların ardından göz kırpan güneşiyle, birden yağıp-bastıran yağmuruyla, çarşı-pazara gelen kısa süreli sebze-meyvesiyle…
Bunlardan sebze olarak bakla, meyve olarak çağla ve erik gibilerini sayabilirim.
Aslında tüm fırtınanın ardında ve başlangıcında bence ve hepimizin malumunca olduğunu düşündüğüm baharın bir uyanış olduğu. Derin ve sessiz bir uykudan uyanış…
Uyanış diyorum. Çünkü düşünsenize tüm doğa bütün bir kış uyumuş. Kuru kupkuru gördüğümüz dal, çiçeklenmek için bütün bir kış bahara gebe beklemiş.
Ya toprak. Toprak bütün tohumlarını, köklerini içinde tutmuş. Büyük bir güzelliği bağrında saklı tutmuş. Niçin? Baharda kendisine emredildiği şekilde güzelliklerini insanlığa sunmak için.
Ya güneşe ne demeli? Bakmayın öyle bir açıyor, bir kapıyor, bulutların arkasından göz kırpıyor dediğime. O da işini biliyor. Kendisine verilen sorumluluğu layıkıyla yerine getiriyor.
Kuluçkaya yatan kuşların, yumurtalarını ısıtmak için verdiği ısı gibi, o da biliyor, neyi, ne kadar ısıtması gerektiğini.
Bahar deyince aklıma gelen sebzeyi, meyveyi saydım, ama sanırım benim için de çok önemli olan bir çiçeği unuttum. Papatya…
Baharın geldiğini büyüyünce çarşı-pazardan anlar olduk, ama çocukken işin aslı hiç de öyle değildi. Nasıl mı? Şöyle ki;
Artık betonlaşmanın gelişi-güzel yaşandığı, yeşil alanların hiçe sayıldığı, düzenli betonlaşmanın yaşandığı site tarzı yerlerdeki suni çimenlerde pek de hayat bulamayan bir çiçek papatya.
Papatya ama papatyanın kır papatyası olanından bahsediyorum.
Bence daha cemreler düşer düşmez, güneşin sıcak yüzünü görür görmez açan sabırsız bir çiçektir kır papatyası. Öyle her yerde büyüyemez. Doğal çimlerde ve kendini özgür hissettiği kırlarda ancak hayat bulabilir.
Şimdilerde betonlaşmayla birilikte, bir kuru dalın nasıl tomurcuklanıp çiçeklendiğini göremeden, kır papatyalarının arasında dolaşıp, bu güzelliğe dokunarak şahit olamadan, çocukluğumuzdaki papatyadan taçları, çocuklarımıza öremeden bahar gelip geçiyor…
Aslında tüm bunları yazmama sebep olan benim ufaklığın okul dönüşü ağaçtan kopardığı çiçekli, küçük bir dal parçası oldu. Çiçeğe böceğe pek meraklı bizim ufaklık, kapıyı açar açmaz ilk iş, çiçekli bu minik dalı bana uzatması oldu. Bir an kendi küçüklüğüm ve çiçeklere olan düşkünlüğüm geldi. Sonra bana hediye ettiğini sandım. Ancak işin aslı öyle değilmiş. Nereden aldığını bir çırpıda anlattıktan sonra suyun içine koymak için izin istedi.
Ertesi gün bahar dalını kontrol ettiğinde “anne bak! Diğerleri de açmış” dediğin de onun mutluluğunu anlamak için, bir-iki dakikalığına kendi küçüklüğüme döndüm.
Açıkçası küçüklüğümde bahar dallarını çok net hatırlamıyorum. Ama çok net hatırladığım bir şey var. O da evimizin arka tarafına düşen ve odalardan bir tanesinin penceresinden bir kısmı gözüken tepelik bir yer vardı. Adına bizim çimenlik dediğimiz yer. İki-üç kademeli küçük tepeden oluşan bir yerdi burası. Ve tabii baharda en çok vakit geçirdiğimiz yerdi.
Aman Allah’ım! O ne güzellikti. Her yer papatya olurdu.
Kıyı kenar köşeler gelinciklerle dolardı. Kelebek kanatlarını andırdığı için mi bilmiyorum, kelebek çiçeği adını verdiğimiz çiçeklerden de vardı. Ancak bunlardan fazla olmazdı ve genellikle en güzelleri tenha yerlerde olurdu.
Şimdilerde ise görebildiğimiz beton, asfalt, evlerin çatıları, ısmarlama yapılmış birçoğu birbirinin tekrarı park peyzajları…
Ne o kır papatyalarından eser kaldı. Ne de kelebek çiçeğinden. Çünkü ayak basmadık, beton dökmedik yer kalmadı.
Bütün bunları şikâyet etmek için söylemiyorum. Ancak birçok kişi gibi bende doğal olanın, doğanın hunharca tüketilmesinden yana şikâyetçiyim.
Tabii bunun yanında şükredeceğim şeyler de var. En azından pencereyi açtığımda baharın o temiz havasını sabahları teneffüs edebiliyor, gözümüzü kapadığımda baharda daha bir farklı öten, sanki biraz telaşlı telaşlı öten serçelerin sesini hala duyabiliyorum. Bu sesi duyabilmekte büyük bir nimet aslında.
Bu baharda yine çiçek alıp dikeceğim, balkonuma. Her ne kadar kır papatyalarının yerini tutmasa da.
Baharın yeşeren o canlılığını bir parça bu şekilde yaşatmış olurum belki.
Bahçede ki, kırlardaki toprağa dokunamadan bir bahar daha başlamış olsa da hiç dokunamamaktan daha iyidir, diye düşünüyorum öyle değil mi?
Tabiatta ki canlılığa şahit olmak, seyirci kalmamak adına, yaratılıştaki oluş sürecine şahit olmak, kuruyan bir yaprak, bir dal ile bu döngüye şahit olmak ve şükür ya Rabbi! Demek adına bunu yapmam lazım.
Sizler de şahit olmak için bu bahar bir çiçek dikmeye var mısınız?
Fikriye İMAMOĞLU |