Ana Sayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Mail 

     
   
   
YEMEKLER
Üye Girişi
En Çok Gezilenler
Kırmızı Mercimek Ezmesi Salatası
Bu leziz salatayı özel arkadaş menüsü için hazırlamıştım. Mercimek köftesine benzeyen bu salatayı denediğinizde vazgeçemeyeceğinizi düşünüyorum. Özellikle yoğurtlu sosu ile yaz..
Nişastalı Börek
Bu böreği bayram sabahı kahvaltı için misafirlerime yapmıştım. Sıcacık ikram edebilmek için sabah erkenden kalkıp yapmıştım. İkinci kez yapışımda yine misafirlerime, ama bu sefer...
Kağıt Kebabı
Bir yemek kağıda sarılıp, fırına girince bu kadar mı güzel olur? Bu kadar mı enfes kokar diyorum ve başka..
Bize Ulaşın
Yaşamdan Notlar
Anneler Günü Programı
16.5.2011 - 21:38

ANNELER GÜNÜ PROGRAMI

10.5.2011

Pazar günü yapılan veli toplantısına katılamayınca, hafta içi Salı günü okula gitmeye karar verdim. Niyetim bir taşla iki kuş vurmaktı. Bu günü özellikle tercih etmemin sebebi hem anneler günü dolayısıyla okulumuzun düzenlediği programa katılmak hem de anneler günü programından önce, sınıf öğretmenimizle görüşmekti.

Öğlen iki ufaklığı okula bırakıp, alelacele büyük kızımın okuluna vardım. Niyetim programdan önce sınıf öğretmenimiz Fadime hanımla veya müdür yardımcısı Yasemin Küçükle görüşebilmekti. Ancak güler yüzlü bayan Yasemin hanımla görüşmekle birlikte, sınıf öğretmenimizle öğle arası nedeniyle şimdilik görüşemedim.

Bunun üzerine programın yapıldığı konferans salonuna doğru yöneldim. Velileri ellerinde çiçeklerle karşılayan iki hanım kızımız ve rehber hocamız vardı.

Bana uzatılan çiçek ve güler yüzlü bir karşılamayla konferans salonuna girdim. Gözüme kestirdiğim rastgele bir yere oturdum. İçinde “anne” sözcüğü geçen şarkılar eşliğinde programın başlaması için beklemeye başladım. Tabii böyle toplantılarda insan yalnız olunca bir şeyleri düşünmek için epey vaktiniz oluyor. Bir de program geç başladıysa, rahat rahat düşünüyorsunuz. Aklıma ilk gelen anneler günü için bir erkeğin konuşmacı olarak çağrılmış olması ve konuşmanın içeriğinin nasıl olacağına yönelik merakımdı. Zira konunun anne olması hasebiyle daha çok kadınları ilgilendiren bir mesele gibi duran bu mevzuda hemcins olmayan birinin konuya yaklaşımı doğrusu ben de merak uyandırmıştı. Tabi bun da televizyondaki canlı yayınları saymazsak, daha önce Senai Demirci’yi canlı olarak hiç dinlememiş olmamın da etkisi vardı sanırım.

Bu süre zarfında annelik üzerine düşünmeye başlayınca kafamda ilk olarak anneliğin sadece insanlara mahsus bir olay olmadığı geldi. Hayvanlarda anne olabiliyordu. Hatta bazı insanlara parmak ısırtacak mükemmellikte ve hassasiyette. Örneğin; vahşi doğanın en meşhurlarından timsahların anneliği geldi. Belki belgesel kuşaklarında izleyenleriniz vardır. Avı bir o kadar tehlikeli ve yırtıcı olan, insanlar için güçlü çenesi ve iri cüssesiyle tehlikeli, ürkütücü, yırtıcı bütün vasıfları bünyesinde barındıran bu hayvan yavrularına karşı bir o kadar da merhametli ve ilgili bir anneydi. Avını parçalamak için kullandığı o güçlü çenesi yavruları söz konusu olduğunda korunaklı bir taşıma aracı ve yavrular için dünyanın en güvenilir yeri haline gelebiliyordu. Ya gorillere ne demeli. Bu iri cüsseli ve hırçın görünümlü hayvanlar çok iyi birer anne olabiliyorlardı. Daha buna benzer birçok örnek sayabiliriz. Hatta buna geçen yıl köy de yaşadığım bir örneği daha vermeden geçemeyeceğim.

İlk kez anne olan bir inek ve buzağısı damdan dışarı çıkarılmaya karar verilmişti. Söylenene göre bu onların ana-kız ilk çıkışları olacaktı. İlk önce anne inek dışarı çıkarıldı. Anne inek dışarı çıkınca hemen her ineğin yaptığı gibi bulduğu taze otları yemeye koyuldu. Bir süre sonra buzağı dışarı çıkarıldı. İşte anneliğin göz yaşartan ve düşündüren sahneleri bundun sonra gelişti. Yavrusunu gören anne inek kendisinin dünyadaki en büyük meşgalesi o taze otları bir anda bıraktı ve yavrusunu görür görmez sanki altınını kaybetmişte onun ışıltısını görmüş gibi yerinden fırlayarak telaşlı bir şekilde yavrusuna doğru koştu. Yavrusunun yanından bir an bile ayrılmak şöyle dursun gözünü ondan ayıramayan hatta rahat rahat ot yeme zevkinden bile vazgeçen anne inek bu saatten sonra sürekli bir tedirginlik içerisindeydi. Yavrusunun her hareketinde ona bakıyor azıcık uzaklaşsa onun yanına gidiyordu...

Hayvanlarla insanların ortak noktası bu “annelik duygusu” bir tek şeyle ayrılıyordu. O da hayvanların fıtratları gereği hissiyatlarıyla hareket etmeleri, insanların ise duygularıyla hareket etmeleriydi. İşte bu ince ayrım bizi onlardan ayırıyordu. Ama bu farklılık onlardaki annelik duygusunu anlamaya engel bir farklılık değildi. Hatta bu bizi öne geçiren farklılığımız sayesinde dünyadaki bütün anneleri anlayabiliyor, hatta anne olamamayı da anlayabiliyorduk. Anlayamadığımız tek şey biyolojik anne olup ta anneliğin dışında davrananların durumuydu. İşte böylesine geniş bir mevzu da bir erkeğin konuya yaklaşımı nasıl olacak diye merak etmeye başladım. Gerçi o bir hemcins ve anne değildi ama sonuçta o da bir evlattı. Onun da hayatının bir yerinde bir şekilde bu kavram var olmalıydı.

Nihayet programın konuğu kapıda gözüktü ve bir süre sonra sahnedeki yerini alarak konuşmasına başladı. Konuşma yaşanmışlıklardan yola çıkarak başlayan bir içerikle başladı. Kendi hayatındaki “anne olgusu” üzerine gelişen ve bireysel anlamda ve hayat sahnesi üzerinde nelerin “anne tadında” anlama sahip olduğundan bahsederek gelişen bir konuşmaydı. Kiminin yaralarına merhem olacak, kimine görmediği, duymadığı bir hikâyeyi yaşatacak ve hayatta nice hikâyeler var dedirtecek türden bir dinleti böylece başlamış oldu...

Yazarın hayatında varlığındaki- gidişle birlikte başlayan “ana”sızlığın serüveni...

Başına gelmeyenin hikâyeler de rastlanabilecek, Türk filmlerinin senaryolarında yazılabilecek türden bir hayat hikâyesi olabileceğini zannedeceği türden bir hayat hikâyesi... “anne”sizlik... Yazarın “eskiden gençleri büyükler evlendirir, büyükler ayırırmış” diye başladığı bir hikâye... Duymayanlar için ne kadar uzak bir hikâye...

Altı yaşında olduğunu tahmin ettiği bir dönemde başlayan bir keskin dönemeç. Belki de hikâyesini duymadığımız birçok çocuğun “anne”sizliğin hüznünü yaşadığı yılların başladığı yıllar, birçokları gibi daha öncesin de onunla birlikte o an veya daha sonrasında başladığı “anasızlığın” tarihteki sayfası...

Gün akşamlıdır ve her gecenin bir sabahı vardır diyor bir kitapta. Ancak her günün sabahı birileri için “anne”sizliğin yokluğuna gebedir. Kimi için yoklukla başlayan bir anasızlık. Kimi için varlıkla başlayan yokluk... İşte bunun içindir ki, babaannesinin “annem yavrum” deyişini duymak için kaç çocuk köyüne kaçıyor.

İslam’ın helali olan “boşanmak”la bir eşi boşayabilirsiniz, bir gelini, bir kadını… Ancak hiç kimseyi annelikten boşayamazsınız. Hayatta doyuran ve doğuran anneler olabilir. Ancak her iki durumda da anneliği iyi tanımlamak, iyi tarif etmek gerekiyor.

Anneliğin bu çerçevede değinilmesi gereken “üvey anne” konusu açıkçası bugünkü programdan önce hiç bu kadar dikkatim çekmemişti. Çocuklarımıza okuduğumuz o meşhur hikâyelerdeki “kötü anne” “kötü insan” modelini çocukların kafalarında modellemeye çalışan “kötü üvey anne” acaba herkesin ya da çoğunluğun hikâyesi olabilir miydi? Bizim coğrafyanın hikâyesi olabilir miydi? Bizim inancımızın sunduğu hikâyeyle örtüşüyor muydu? Hâlbuki Kur’an’da Hz. Musa’ya firavunun karısı Hz. Asiye “ana”lık etmemiş miydi? Musa’nın varlığı Asiye’nin hayatında yepyeni sayfalar açmamış mıydı? Aynı şekilde Musa’nın hayatında da... Neden hep iyi örnekler konuşulmaz da kötü örnekler konuşulur? Neden iyi örnekler konuşularak doğrular anlatılmaz? Öyleyse doğru hikâyeleri okumalıydık. Ki doğru hikâyelerin birer parçası olalım.

Fatma K. Barbarasoğlu’nun dediği gibi; “ duyduğun, duyup da gönlünde taşıdığın her hikâye senin bir parçan... Gördün ve dokundun. Eline aldın yavaşça, iz sürdün satırlarda. Artık hepsi senin hikâyen...”

Oysa insan acıyı hep uzağında sanıyor, öteki şehirlerde, başka yaşamlarda. Hep başkaları ayrılıyor, bunun hüznünü başkaları yaşıyor, başkaları ölüyor sanıyoruz. Hep başkaları kaybediyor, varlığında ya da ölümünde  “sızlığı” yaşar sanıyoruz.

Oysaki duyduğumuz, duyacağımız her bir hikâyenin gün gelir parçası oluveririz. Önemli olan doğru hikâyeleri duymak ve doğru hikâye de yerimizi almak.

Bir dakika, bir saniye sonrasında başına ne geleceğini bilemeyen bizler bu hikâyeyi doğru okumalıyız. Doğru hikâye okumalıyız. Çünkü hayatta ayrılıkta var, ölüm de...

Hayatta kötü gibi görünen “an”lardan çıkan güzellikler de var. Hz. Musa örneğinde olduğu gibi... Doğurmadığı halde “doyurduklarına annelik yapan “ana”lar da var”.

Şöyle bir hikâye anlatmıştı anneler günü programında Senai Demirci:

“Bir kediden söz eder Ali Nihat Tarlan o kısa, o sarsıcı öykülerinden birinde. Bir kedi küçücük yavrularını emzirmek üzere uzanmıştır. Kedi yavruları beslenmek üzere kendilerine birer meme ucu bulup hemen tutunurlar. Tam o sırada, öte yandan, hayatın acemisi olduğu her halinden belli bir fındık faresi peyda olur. Kedinin dikkatini çeker elbette. Önce sevinçle gözlerini diker “taze yiyeceğe”. Ama yavrularıyla meşguldür. Fındık faresi başına gelebilecek talihsizliğin farkına bile varmadan yürür. Bir hedefi vardır. Hiç umulmadık biçimde yavru kedilerden açıkta kalmış meme uçlarından birine tutunur. İştahla emmeyle başlar. Başından fareyi izleyen kedi, hiç aldırışsız, hiç itirazsız başını yere koyar. Razı olmuştur bir fareyi de emzirmeye. Sonra Ali Nihat Tarlan merhum, beni sadece tek bir paragrafta sarsan o kısa final cümlesini söyler: “Çünkü o artık bir kedi değil, bir annedir!”

“Çünkü o anne”, Bütün çünküler “anaları açıklar”

Bu eşsiz şefkat duygusunu “ana”lıkla kadınlara bahşeden Rabbime sonsuz şükürler olsun...

Bu öyküyü dinlediğimde “ana”lık yapmış biri olarak babaannem geldi aklıma. Belki bu hikâye Anadolu’nun birçok yerinde, dünyanın birçok coğrafyasında tekrarı olan, benzeri olan bir hikâye...

Demiştim ya; Duymadığımız her hikâyeyi bize uzak sanırız. Bizden ırak... Hâlbuki duymadan, görmeden, idrak etmeden yaşanılanlar sadece fark edilmemiştir. Fark edememişizdir. Henüz duymamış, görmemişiz.

Ama duyduğum bir hikâye var ki oda babaannemin eltisi ölünce altı çocuğuyla birlikte dört küçük çocuğa daha ettiği “analık”.

Rabbim inşallah doğurmadığı halde gönlüne “analık” şefkatini verdiği kullarının bu emeklerini boşa çıkarmaz.

Mevzu derin ve geniş... Ancak benim bu anneler günü programında duyduklarımın ve hissettiklerimin kısa bir özeti.

Program sonunda bir davranışın ve bana hatırlattığı sözü not düşmeden edemeyeceğim.

Böylesi duygu yüklü anların-dakikaların ardından programdan sonra kitap imzalama yapıldı. Herkesin sıraya girerek yaptığı bu işi, sırayı fark etmeyip sonrasında fark eden ancak  uyarılınca sıraya geçenlere rağmen sıranın ortasından giren bir velinin durumu bana bu kadar insani sözün, cümlenin ardından bu da yapılmaz, daha az önce... Az önce cümlelerini söyletti. Sonra da bu duruma uygun düşen şu sözler aklıma geldi:

“Sen ne anlatırsan anlat. Senin anlattığın karşıdakinin anladığı kadardır”.

Sözümü burada bir tatlıyla kesip, okula gitmeden önce okul dönüşü beş çayı için hazırladığım üç tarifi vermek istiyorum:

Krem Şokola

Milföylü Mercimekli Bükme

Etimekli Patlıcanlı Salata

Bu haberi : 4788 kişi okudu.
Arkadaşına Gönder  Yazdır
İsminiz *
Başlık *
Yorumunuz *

 


harf daha yazabilirsiniz.
Onay Kodu:
Onay Kodu Doğrulama *
  

Yorumlar
Yorumlayan: zeynep Tarih: 17.5.2011 - 21:08

tebrikler başarılarınız daim olsun
Ana Sayfa   |  Dua   |  Medya Köşesi   |  Videolar   |  Firmalar   |  Ziyaretçi Defteri
Herrenk.com:Pratik Bilgi, Sağlık, Yemek Tarifleri, Elişleri, El örgüsü, Eğitim, Ev yapımı ürünler, Çay Saati
© 2010 - www.herrenk.com Tüm Hakları Saklıdır. Sitenizde bağlantı linkleri verilip ve kaynak gösterilerek sitemizden alıntı yapılabilir.
WEB YAZILIM:TEKNODEVA Ankara Web Tasarım, Web Yazılım, web tasarım
Firmalar