Ana Sayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Mail 

     
   
   
YEMEKLER
Üye Girişi
En Çok Gezilenler
Kırmızı Mercimek Ezmesi Salatası
Bu leziz salatayı özel arkadaş menüsü için hazırlamıştım. Mercimek köftesine benzeyen bu salatayı denediğinizde vazgeçemeyeceğinizi düşünüyorum. Özellikle yoğurtlu sosu ile yaz..
Nişastalı Börek
Bu böreği bayram sabahı kahvaltı için misafirlerime yapmıştım. Sıcacık ikram edebilmek için sabah erkenden kalkıp yapmıştım. İkinci kez yapışımda yine misafirlerime, ama bu sefer...
Kağıt Kebabı
Bir yemek kağıda sarılıp, fırına girince bu kadar mı güzel olur? Bu kadar mı enfes kokar diyorum ve başka..
Bize Ulaşın
Ramazan Ayı’na Özel Bölüm
Ramazan Ayının Hatırlattıkları
28.7.2011 - 23:32

“Günümüzde israfa dayanan bir üretim tüketim söz konusudur. Tüketim zorunlu ihtiyaçlardan ve özenli bir harcamayı aşarsa israfında başlangıcı olur.

“Yiyiniz, içiniz ancak israf etmeyiniz” ayeti tam da bu nokta da bizlere kırmızı ışık yakmaya başlıyor. Tüketimin bizleri isteklerimizin kölesi yapmaya başladığı noktada “israf etmeyiniz” ilahi buyruğu bizleri direk muhatapları yapmaktadır.

 

Ancak ne acıdır ki tüketimin köleleştirici-özgürlüğe dönüştüğü bu zaman diliminde bunu dini vecibelerin yerine getirildiği mübarek aylarda yaygınlaşması düşündürücü ve ele alınması gereken bir konudur. Örneğin; Ramazan ayının anlam bütünlüğüne tamamen ters bir biçimde, bu ayda pahalı ürünlerdeki tüketimin artması-teşviki ve ortaya çıkan koskoca bir israf çöplüğü biz Müslümanların düşünmesi gereken bir olgudur.

 

Ramazan ayı+tüketim ayı, Ramazan ayı+israf ayı, Ramazan ayı+tüketerek köleleşme ayı.

On bir ayın sultanı Ramazan tüketimin öğretildiği, tüketimle bu ayın sevdirildiği bir anlayışın-geleneğin ayı olmaktadır.

 

İsrafın egemen olduğu belli bir sosyal sınıf her zaman olagelmiştir. Ancak bu durumun toplumun diğer kalanı için de bir eğilime dönüştüğünü göz ardı etmemeliyiz. Bakınız bu konuda Ramazan ayında yaşamış olduğu bir olaydan yola çıkarak bir yazı kaleme alan Nazlı Özburun güzel tespitlerde bulunmuş. Bu güzel yazıyı sizlerle Ramazan öncesi paylaşmak istedim. “

İFTAR PSİKOLOJİSİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

“ İnsanların bir bölümünün idrak etme niyetiyle ramazanı en güzel şekilde yaşamaya çalıştıkları bu günlerde bir iftarı da arkadaşlarla geçirme arzusuyla İstanbul’un güzide mekânlarından birinde buluştuk. Bazen insanın basireti bağlanır ya ben de iftara icabet etmeden önce sadece yerini öğrenerek, sorulması gerekenleri sormadan gittim.

Oysa yaz tatilini ince eleyip sık dokuyarak, belli bir felsefi temele yaslanarak açık büfesi olan otellere gitmek yerine, yemeğini kendim hazırladığım ev kiralayarak bir ölçüde “zahmet” ama bir o kadar da “rahmet” barındıran bir planın ardından, böyle bir iftarda buluvermiştim kendimi

Denizle gökyüzü birbirine o kadar yakındı ki sanki hem denizi kucaklıyor, hem de gökyüzünde oturuyorduk. Hafiften esen bir rüzgâr enfes kokular taşıyordu. Yerde çimenlerin üstüne hazırlanmış masalar… Masaların kenarlarında emre amade bekleyen beyaz giysili güler yüzlü ve sanki lügatlerinde sadece “Evet efendim!” olan garsonlar arz-ı endam ediyordu. Harikulade bir anda olduğumu düşündüm. Her şey çok güzeldi…

Ama ben hala olayı algılamaktan uzak, bilmemenin tatlı gafleti içinde oyalanıyordum. Derken, organize eden arkadaş bizi karşıladı. Selamlaşma faslı sürerken diğer arkadaşlar da birer birer gelmeye başladılar.
Manzara gerçekten kelimelerle anlatılamayacak kadar güzellikler sunuyordu. Sadece seyretmiyordunuz, kâinat sizi kucağına almış sanki sizinle yeniden yeniye anlamlar kazanıyordu. Birden masaların üzerindeki iftariyeliklere gözüm takıldı ve işte ortamdan kopmam o zaman gerçekleşti. Bir daha da ne kadar istersem isteyeyim toparlanamadım.
Midemle yemekler arasındaki savaşı kazanmaya çalışmakla geçti zamanım. Bir de insanları okumakla... Meslek icabı olsa gerek, insan ve davranışları biz psikolojiye bulaşmış olanlara göre okunmadan durulamayan kitaplar gibi. Belki benim yerimde bir başkası olsa bu kadar ince ayar düşünmez, durumdan keyif alır, yiyebildiği kadar yer, yeni bir yer keşfetmenin mutluluğuyla çayını yudumlardı…

Ama benim gibi duyguları incelmiş, insan olmayı büyük bir sorumluluğu taşır gibi omuzlarında ve yüreklerinde taşıyan insanlar için durum hiçbir zaman böyle olamazdı. Orucun anlamını düşünen, gün boyu değişik kanallarda ramazanın ve orucun anlamına ilişkin pek çok şey dinleyen, ekranların altında kumanya bedellerinin aktığı, fakir fukaranın sefer taslarıyla iftar çadırlarının önünde kuyruğa girdiğini bilen ve her gördüğünde içinde bir burkulma hisseden ben ve benim gibiler için trajedi başlamak üzereydi…

Filmin sonu baştan bellidir çoğu kez. Ama bazen insan filme kendini kaptırır ve tahmin etse de sonuna kadar izler ya benim durumum da tam böyleydi. İftariyeliklerin sayı ve bolluğu masaya başka hiçbir şey gelmese sahurda da iftarda da doymamıza yeterdi. Ben tabağıma çorba konulmasını bekleyedurayım, açık büfenin açıldığına ilişkin kıpırdanmalar başladı.

Nasıldı yani, gün boyu küçülmüş mide için mi bu sayılamayacak kadar çeşitli çorbalar? Ben afallayadurayım, elimde kâseyle büfenin önüne doğru arkadaşlarla sürüklenir buldum kendimi. Şimdi sıra seçebilmekteydi: ezogelin mi, mercimek mi, yoğurtlu çorba mı, tavuk suyuna çorba mı? Başım şimdiden dönmeye başlamıştı bile. Bu arada mekânın tüm güzelliği geri planda kalmış; sesler, renkler, kokular, hepsi birbirine karışmıştı. Biz zavallılar seçebilmenin, daha doğrusu seçememenin ızdırabını yaşamaya başlamıştık ki ezanın sesi duyulmaya başladı.

Çorbaları seçmekle iş bitmiyordu! Salata seçmek de bir o kadar güçtü. Çünkü beş çeşit arasında bu kadar zorlanan ben, salatalar ve soğuk mezeler karşısında iyice şaşkınlaşacaktım. Zeytinyağlılar, dolmalar, turşular, kahvaltılıklar, kuru inciler, kayısılar, süt ve kahvaltılık gevrekler. Daha neler neler…

Gözüm bir ara sıcak sıcak yapılan gözlemelere ve hemen oracıkta yoğrulan çiğ köfteye de ilişti ama kendimi çabuk kurtardım. Masaya oturup yeniden sohbete ve doğanın güzelliğine kendimi bırakayım dediğimde Ay da gökyüzünde parlamaya başlamıştı. İçimden bir ses “Madem buradasın, keyfini çıkar!” diyordu, diğer ses de durmadan “Böyle keyif olur mu? Aldığın bu yiyecekleri yiyebilecek misin bakalım? Bundan sonra da israfmış, iktisatmış gibi konularda için rahat konuşabilecek misin?” diyordu. Tabii bir de hesap vardı… Böyle bir yemeğin bedeli, kaç kumanya paketine bedeldi, henüz daha bilmiyordum. Çorbayla doyan midemizle, bir türlü doymak bilmeyen nefsimiz arasında bir savaş başlamıştı. Niye bu işkenceyi ediyordu insanlar kendilerine, bilemiyorum.

Masadaki sohbetin konusu da giderek yemeklere kaymaya başlamıştı. Ayrı mesleklerden olan arkadaşlardık ve kendimizle ilgili mesleklerimizle ilgili bilgi paylaşımlarında bulunmak bizi memnun ediyordu ama bu sefer tek paylaşılan yemekler olacak gibiydi. Bir de ses sanatçısının harika sesi…

Derken, ana yemek sırasının geldiğini masadan teker teker kalkan ve tepeleme dolmuş tabaklarla dönen arkadaşları görünce anladım. E, uyumsuz olamazdım ama artık büfede beni nelerin beklediğini biliyordum, çatalın ucuyla sadece tatmak için alacaktım. Kesin kararlıydım, abartmayacaktım. Ama ne mümkün, çatalın ucuyla da alsanız o kadar çok çeşit vardı ki… Çoban kavurmadan başlayan ve şefin özel tarifine kadar uzanan daha adını bile doğrultamadığım pek çok şey…

Evet, kararlıydım ve üç küçük çatal ucu alıp sadece önüme bakarak masaya doğru seğirttim. Çok uğraştım ama onları da bitiremedim. Namaz için kalktığım sırada, garsonun tabağı götürmüş olmasına o kadar sevindim ki anlatamam! Ne de olsa ben atmamıştım, garson almıştı! Züğürt tesellisi diye buna derler herhalde.

Sıra tatlılardaymış... “Eyvah!” dedim içimden, “Yine mi?” Tereyağlı baklavadan başlayan mevsim meyvelerine ve tropikal meyvelere, hatta mevsiminde olmayan meyvelere kadar her şey… Ama kendimi kutladım ve bir parça tatlı ve bir tane meyve alıp gözüm arkada kala kala masaya döndüm…
“Acaba kaç gün hiç yemesem, bu gece yediklerimi eritebilirim?” diye düşünmeye başladım. Ara sıra kafamdan geçen bu düşünceleri paylaşmaya çalıştıysam da arkadaşlarımın bazılarının bu ve bunun gibi mekânlara zaten gidiyor ve memnun kalıyor olduklarını anlamam geç olmadı.
Ama ben bu suyun balığı değildim, bunu zaten biliyordum ama kaderin oyununa gelmiştim bir kere. Bundan sonrasını kurtarabilmek adına baştan sona sünnet dışında olan yemeğimizi sünnete uygun güzel bir dua ile bitirmek adına ellerimi açtım ve o çok sevdiğim duayı :’’Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız… Bize burada tattırdığın nimetlerin asıllarını göster…’’ duasını edebildim.

Ardından da bir dahaki buluşmamızın açık büfe olması halinde benim katılamayacağımı güzel bir üslupla anlatmaya çalıştım. İyi ki de hemen yapmışım bunu. Çünkü biraz sonra hesap geldi ve 12–13 kişilik bir masa olarak hatırı sayılır bir miktarı ödeyerek, üstüne arkadaşlarım kahve, ben soğuk bir su içtim.

“Bu parayla Afrika’da beş-altı su kuyusu açılabilir, bir aile bir aylık ramazan alışverişi yapabilirdi!” diye düşünüyordum. Aklımda, kalan yemeklere ne olacağı, garsonların maaşları, onların da o yemeklerden yiyip yiyemediği gibi pek çok soruyla eve dönüyordum.

Bunları anlattığım bir arkadaşım ise “Kızım sen bu kafayla çok yaşamazsın herhalde.” dedi. Bilmiyorum yaşar mıyım yaşamaz mıyım ama mümin olmak, hakikatleri biliyor ve yaşamaya çalışıyor olmak, insani duruşlarımızı çok değiştiriyor. Hiç bir şeye ehl-i dünya birinin baktığı gibi bakamıyoruz. Bazen yanılıp hata yapsak da hatanın içindeki acıdan hemen dönebiliyoruz.

Bir hadis okumuştum: “İftar zamanı Allah ile kulun arasındaki perdeler kalkar” diye. Biz o zamanı gün boyu aç bıraktığımız midemize neler dolduralım diye harcıyorsak, “İftarda hangi mekâna gidelim, ne yiyelim?” telaşı içindeysek, hakikaten yazık ediyoruz kendimize…
Ramazan bir misafir gibi gelip, hüzünle ayrılıyordur aramızdan. Pek çok insan da sonrasında aldığı kiloları nasıl vereceği endişesiyle zihnini meşgul ededursun… Kur’an-ı Kerim’in nazil olduğu ve belki bizim kalplerimize de nazil olacağı bu iklimde, biz hala midemizle uğraşıyorsak ne diyeyim? Sadece acınacak haldeyiz…
Bu ramazan gününde başınızı ağrıtmadığımı Ümit etmek istiyorum… Hakkını verebildiğimiz bir ramazan geçirmemiz duasıyla…

nazliozburun@mail.com
Bu haberi : 2873 kişi okudu.
Arkadaşına Gönder  Yazdır
İsminiz *
Başlık *
Yorumunuz *

 


harf daha yazabilirsiniz.
Onay Kodu:
Onay Kodu Doğrulama *
  

Ana Sayfa   |  Dua   |  Medya Köşesi   |  Videolar   |  Firmalar   |  Ziyaretçi Defteri
Herrenk.com:Pratik Bilgi, Sağlık, Yemek Tarifleri, Elişleri, El örgüsü, Eğitim, Ev yapımı ürünler, Çay Saati
© 2010 - www.herrenk.com Tüm Hakları Saklıdır. Sitenizde bağlantı linkleri verilip ve kaynak gösterilerek sitemizden alıntı yapılabilir.
WEB YAZILIM:TEKNODEVA Ankara Web Tasarım, Web Yazılım, web tasarım
Firmalar