AFRİKADA AÇLIK, RAMAZANDA İSRAF
Orucun manevi iklimine dâhil olduk. Ancak bu manevi iklimi derinden algılayacak zemini ortadan kaldıran gelişmeler varlığını sürdürüyor. Bir taraftan İslam coğrafyasındaki kan deryası büyürken diğer taraftan Somali’de açlık rüzgârları esiyor.
İnsan, bir yıl boyunca gündem ve dünya yaşamı ile yorulduğu için rahmet ayı Ramazan vesilesi ile dinlenmek istiyor. Manevi hazlara gark olmak, ruhunu aşkın olana açarak dünyayı geride bırakmanın huzurunu yaşamak istiyor. Ama gündem o kadar zalim ve acımasızca işliyor ki insanı kendi yalnızlığına terk etmiyor. Sürekli onu meşgul edecek bir şeylerin varlığını gündemleştirmekten kaçınmıyor. İnsanın imtihanının bu gündemle boğuşmak olduğu algısı da zihnimde gittikçe kuvvetleniyor…
Bir vicdana dönüşmenin kesin zemini olan oruç ibadeti, insanın manevi sonsuzlukla iç içe bulunmasının itici gücüdür. Böylece arınmanın diyalektiğini yaşarken, yardımlaşmanın bereketini hayatında ve ruhunda görme isteği de onu biraz daha duyarlı kılmaktadır. Ama şeytan ve ava nesi boş durmayı hiç sevmezler! Sözleşmeleri gereği sürekli insanlığın başına yeni gaileler açmaya devam ediyorlar. Bazen süreklileştirilmiş açlığı yeni bir durum gibi öne çıkarıyorlar, bazen süreklileştirilmiş bir zulmü sanki ilk kez oluyormuş gibi gündemleştirerek insanların dikkatini fazladan celbetmeye çalışıyorlar.
Elbette ki her durumun kendi içinde bir gerçeklik payı olduğu ve insana bir sorumluluk yüklediği gözlerden kaçırılamazdır. Her zulüm insanlık adına yok edilmesi gereken bir fiili durumdur. Ama zaman ve mekân olarak gündemleşmesi üzerine bir soru işareti koymak safça bir aptallığın önünü keseceği için elzemdir…
Belki en temel sorunlardan bir tanesi muhafazakârlığa evirilmiş dindarlığın içinde bulunduğu durumu dikkate almamaktır. Lüks otellerde verilen iftar sofralarının israfla bağını sorgulayan kalmadı neredeyse… Bir tarafta zulüm kol geziyor diğer tarafta ise açlıktan insanlar ölüyor ve halen lüks, şatafatlı iftarlar verilebiliyorsa bu Müslümanlığımızın üzerinde durduğu zemini göstermesi anlamında önemli bir işarettir. Ahlaken beş yıldızlı bir otelde verilen iftara katılmanın caiz olmadığı ve hatta bir adım öteye giderek haram olduğunu ilan etmek vicdanlı olmanın kanıtıdır. İslam coğrafyasında bu kadar kan, zulüm ve açlık kol geçerken insanın kendisini hesaba çekmeden gündelik çıkarlar uğruna bu tarz iftarlar vermesi veya katılması ona en büyük vebal olarak yeterlidir.
Ama öyle bir durum ile karşı karşıya kalmışız ki - bana göre en büyük sorun da zaten bu- insanlar hayatlarını sürdürürken dini duyarlılıklarını çıkarlarının ardında bırakıyorlar… Ahiret duygusu ve inancı o kadar zayıflamış durumda ki sanki hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya sarılıyorlar. Ölüm meselesini ise hiç hatırlamak istemiyorlar, mümkün olan en uzak noktaya gömme uğraşısı içindeler.
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım; (bu deyimi pek sevmesem de meramımı anlattığı için yazıyorum.). Müslüman olmak demek; Allah (cc) ‘ın emir ve nehiylerine kesin bir bağlılık ile itaat etmektir. Hayatını gündelik bir şekilde sürdürürken önünüze konulan durum ve olaylarla ilgili olarak dinin emrinin ne olduğu sorusu, aynı zamanda Müslümanlıkla bağınızı da ortaya koyar. Bugün insanlar gerçekten bu duyarlılığı taşıyorlar mı? Bir mesele ile karşı karşıya kaldığı zaman “bu konuda dinin emri nedir” sorusu aklına düşüyor mu? Yoksa içinden, daha çok “bu meselede benim çıkarım ne ve hayatımda neye tekabül edecek” sorusu mu geçiyor?
İşte bu sorulara verdiğimiz cevaplar aynı zamanda bizim Müslümanlığa, Müslümanlara en çok da kendi Müslümanlığımıza bakışımızı belirleyecektir…
Elimizi vicdanımıza koyduğumuz andan itibaren Müslümanlığın bu topraklardan uzaklaştığı zehabına kapılmamak elde değil! Bireysel anlamda bir Müslümanlıktan bahsedebiliriz. Ancak siyasal ve toplumsal anlamda bir Müslümanlıktan bahsetmek neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Artık bunu dillendirmenin vakti geldi de geçiyor... Salt Müslümanlıktan başka gaye taşımayan insanların elbette ki birlikte yapacakları birçok şey bulunabilir. Öncelikli olarak bu insanların kendi aralarında bir güven tesisine olan ihtiyacı hissetmeleri önemlidir. Ama ortada öyle bir güven bunalımı oluşturulmuş durumda ki yeniden bir güven tesisi için epey zaman ve güç sarfına olan ihtiyaç izahtan azadedir…
Müslüman duyarlılığına sahip insanların hangi amaç ve niyetlerle olursa olsun beş yıldızlı otellerde verilen iftarlara veya sadece zenginlerin birbirlerini ağırladıkları sofralara katılmama haklarını kullanmaları elzemdir. Yeni bir imkân ancak bu muhalif tutumdan neşet edebilir. Bir yardım kampanyası yapılacağı zaman bu yardımın helal yollardan elde edilen kazançla olması duyarlılığı ise neredeyse unutulmuş durumdadır. Hâlbuki helal olmayan yol ve yöntemlerle elde edilen paradan yapılacak yardımların kabulü bir meşrulaştırmayı içerdiği için haram ve sakıncalı bir durum oluşturur. O yüzden ilahi yardımı ancak helal yardımlar celbeder. Haram para ile yapılan yardımlar sorunu çözümleme noktasında bir adım sayılmamalı. Zaten bu haram para yine haram yollardan harcanmasını beraberinde taşır. Yardım yöntemlerine bu yüzden azami dikkat önemlidir.
Hâsılı kelam; Müslümanlar, bir şey yaparken bu fiillerinin de müslümanca olduğuna dikkat kesilmek zorundadırlar. En büyük hassasiyetle bu müslümanca kavramına dikkat çekmek istiyorum, yoksa gerisi hikâye olmaktan başka bir seçenek kalmayacaktır. Müslüman, müslümanca davranmayı bir ilke olarak yaşam pratiğine geçirmelidir. Ama maalesef bunu görememenin derin acısını yüreğimizde hissediyoruz. İlk adım şu olmalı: Her ne yaparsak yapalım önceliğimizin her türlü taktik ve stratejik olandan bağımsız bir şekilde, müslümanca olduğuna ikna olalım.
En temel yaklaşım; bu müslümanca tavırların bir örneklikle ortaya konulmasını sağlayacak vasatın inşa edilmesidir. İslami duyarlılığı olan kişi ve kesimler Müslümanlıklarına yaslanarak faaliyetlerini ortaya koyarlarsa; yani helal ve haram sınırlarını gözeterek adım atarlarsa bu örnekliği de hayata aktarmış olurlar. O zaman ilahi yardım gelir ve bu zulüm ve açlık belasından İslam Coğrafyası kurtulmuş olur.
abdulaziztantik@timeturk.com
Tımeturk.com |