ORUÇ
Oruç her yıl Kameri (ay) takvim(in)e göre Ramazan ayında yerine getirilmesi gereken bir ibadettir. Ramazan ayının başlangıcı konusunda bazı çevrelerde her yıl özellikle gündeme getirilen tartışmalara iltifat etmeksizin, herkes bulunduğu ülkenin takvimi uyarınca orucunu tutar, bayramını yapar. Bütün İslam aleminin ya da dünyadaki bütün Müslümanların aynı gün oruca başlayıp, aynı gün bayram yapmaları tercihe şayan olmakla birlikte, bölgeler arasındaki zaman farkı sebebiyle uygulamada bu mümkün olamamakta, bunun sonucunda birtakım İslam ülkeleri arasında Ramazan başlangıcı ve bayram konusunda kaçınılmaz olarak farklılıklar ortaya çıkmaktadır.
Oruç kısaca sabah vakti tan yeri ağarmadan önce, yani sabah namazının vaktinin girmesiyle başlayan ve akşam güneşin batışına kadar devam eden zaman içerisinde, maddi açıdan, yemek-içmekten, cinsi münasebetten uzak durmak; manevi açıdan ise İslam’a aykırı her türlü günahtan ve ahlak dışı davranıştan kaçınmak şeklinde tanımlanabilir. İmsak vakti denilen orucun başlama vaktinden önce “sahur yemeği” yenilir ve gün boyunca başka yemek yenmez, su içilmez. Bu imsak vakti konusunda bazı çevrelerde ihtiyatlı davranmak adına sahur yemeğinin güneşin doğuşuna yaklaşık 40-45 dakika kalıncaya kadar değil de daha erken bir vakitte yenmesi konusunda anlaşılmaz bir ısrar varsa da, bunun İslami kesin ve ciddi bir delili yoktur. Kaldı ki gerek “imsakiye” denilen ve oruca başlama ve bitirme vakitlerini gösteren vakit cetvelleri, gerek camilerden okunan ezanlar, gerek radyo, televizyon yayınları, hatta elektronik ortamlarda hazırlanan namaz vakitleri vb. imkânlar varken, hatta bütün bunlar bir yana bizzat çıplak gözle tan yerinin ağarıp ağarmadığını veya güneşin batıp batmadığını gözlemek mümkün iken, böyle gereksiz bir “ihtiyat”ta ısrar etmenin anlaşılır bir yanı yoktur. İnsanlara olması gerekenden daha uzun süre oruç tutturmak anlamına gelen böyle bir yaklaşımın ve bunda ısrar etmenin dindarlıkla da bir ilgisi yoktur, çünkü gerçek dindarlık Kuran’a ve Hz. Peygamber modeline uymakla olur, ona aykırı davranmakla değil.
Allah emrettiği için insanın nefsi ve şehveti isteklerine ve zevklerine gem vurması demek olan oruç, ilk bakışta oldukça sert bir disiplin gibi görünse de, asırların tecrübesiyle de sabit olduğu üzere, ilk defa oruca başlayanlar, azim ve irade ile kısa zamanda oruca pek çabuk alışırlar.
Gıda türünden veya beslenme amaçlı ya da keyif verici olmayan maddelerin vücuda girmesiyle oruç bozulmuş olmaz. Pasif içicilerin mecburen soludukları sigara dumanı buna örnek gösterilebilir. Ama aktif içiciler için sigara gıda mesabesinde, hatta çoğu zaman ondan da öncelikli bir keyif verici olduğu için, bu gibilerin sigara içmesiyle oruçları bozulur. Hz. Peygamber zamanında bilinmeyen aşı ve enjeksiyon uygulamalarının orucu bozacağı şeklinde yorumlar olmakla beraber, beslenme ve keyif alma söz konusu olmadığı sürece bunların orucu bozmasının söz konusu olmadığı şeklindeki görüşün daha isabetli olduğu söylenebilir.
Oruç tutamayacak kadar şiddetli hastalık, aşırı düşkünlük, güçsüzlük gibi birtakım mazeretler sebebiyle bazı Müslümanların Ramazan orucunu tutmamalarına ruhsat ve izin verilmiştir. Bu gibi mazeret sahipleri dilerlerse oruçlarını tutmayabilirler, mazeretleri sona erince tutamadıkları oruçlarını tutarlar, ancak mazeretlerine rağmen oruçlarını tutacak olurlarsa tabii ki oruçları geçerlidir. Fakat hasta haliyle oruç tutmanın ciddi sonuçlar doğuracağı durumlarda –mesela şeker hastaları veya devamlı ilaç alma durumundaki hastalar gibi- oruç tutmanın değil, tam aksine tutmamanın İslam’ın bir emri haline geleceğini de unutmamak gerekir. Bu mazeretleri iki ana kısma ayırmak mümkündür:
Oruç tutmaya mani veya oruç tutmayı fevkalade zor hale getiren her türlü hastalık, hamilelik, süt emzirme, hayız ve nifas halleri, düşkünlük, güçsüzlük gibi sıhhi sebepler ve meşakkatli yolculuk. Gerek hastalıktan, yaşlılıktan veya başka sebeplerden dolayı oruç tutamayacak kadar zayıf ve takatsiz düşmüş olmak; gerek yolculuk mazeretinin temelinde, bu şartlarda oruç tutmanın yol açacağı “meşakkat” yer aldığı için, bu ikisine kıyasla, ağır şartlarda çalışanların da bu mazeret kapsamında değerlendirilebileceği şeklinde görüşler de ileri sürülmektedir. Bu konuda asıl kararı, bu ruhsatı kullanacak olanın kendisinin vermesinin daha gerçekçi ve sağlıklı olacağı söylenebilir. Gerçekten oruç tutmaya engel bir hastalığı olmayan veya yolculuğu oruç tutmayı engelleyecek kadar uzun ve meşakkatli olmayanın, ya da bu ruhsatı kullanmayı haklı çıkaracak kadar ağır şartlarda çalışmayanın, yani hakkı olmadığı halde bu ruhsattan yararlanmak isteyenlerin Ramazan orucunu terk etmekle, Allah’ı değil, aslında sadece kendilerini kandırmış olacaklarını hatırlatmak bu konuda yeterli olacaktır. Yukarıda anlatılan meşru sebeplerle oruç tutamayanlar, gün sayısınca, her gün için bir fakire fitre sadakası miktarı sadaka vermekle mükelleftirler. Bu şekilde sadaka da veremeyecek kadar fakir olanlar ise, bundan muaf olurlar.
Başlanmış olan orucun kasten bozulması melesine gelince; bilerek yiyip içenin veya cinsi münasebette bulunanın orucunun bozulacağı muhakkaktır. Yanlışlıkla veya unutarak yiyip içenin orucu ise bozulmuş sayılmaz ve bu gibiler oruçlarını tutmaya devam ederler.
Bilerek orucunu bozanların, bozdukları oruç yanında, ceza (kefaret) olarak 60 gün peş peşe oruç –halk arasındaki tabiriyle61- tutmaları gerektiğine dair, ilmihallerde ve fıkıh kitaplarında yer alan bilgilere gelince, çağımızda yapılan bazı araştırmalarda bu görüşün Kur’an ve Sünnet’te kesin bir delilinin bulunmadığı, mevcut delillerin ise aslında zıhar kefareti ile ilgili olduğu, ön görülen kefaretinde zıhar kefaretine kıyasla verilen bir hükme dayandığı ifade edilmektedir. Bu sebepledir ki, sahabe, tabiin ve müteakip nesillere mensup ulemadan pek çoğu sadece bir gün kaza orucu tutulmasını yeterli görmüşlerdir. 1 Ciddiye alınması gereken bu görüş doğrultusunda, kasten bozulan orucun yerine bir gün oruç tutmanın yeterli olacağı anlaşılmaktadır.
Oruç tutmak için gerekli olan sabah ve akşam vakitlerinin gerçekleşmediği bölgelerde, bu vakitlerin gerçekleştiği en yakın yer esas alınarak oruç tutulması cihetine gidilebilir. Bu şekilde hareket etmenin de mümkün olmadığı durumlarda –mesela uzayda- ise, yeryüzündeki herhangi bir yerin oruç tutma süresi esas alınarak oruç tutmak mümkündür.
Her Müslümanın, Müslümanlığının bir gereği olarak tutmak zorunda olduğu Ramazan orucu dışında, yılın her gününde isteğe bağlı olarak, Allah rızası için “nafile” oruç tutması, Hz. Peygamber tarafından teşvik edilen ve kendisinin de sağlığında bizzat uyguladığı rivayet edilen bir “Salih amel”dir. Müslümanların mutluluk ve neşelerini paylaştığı ve bir birlerine ikramda bulunduğu Ramazan ve Kurban bayramları hariç, yılın her gününde nafile oruç tutmak mümkündür. Ancak yılın muayyen günlerinde oruç tutmanın özel bir sevabı olduğuna dair halk arasında hayli yaygın telakkilerin, bu telakkileri besleyen çoğu mesnetten yoksun malumatın ve itibar edilen bu malumatın dayandığı rivayetlerin büyük bir kısmının zayıf ve uydurma rivayetler olduğunu, özellikle de aşırı abartılı sevaplar vadeden rivayetlerin mutlaka ihtiyatla karşılanması gerektiğini burada hatırlatmakta yarar vardır. Bu konuda oruç dahil hiçbir nafile ibadetin farz ibadet seviyesine ulaşamayacağı asla unutmamak gerekir. Bu tespite aykırı düşen her türlü bilgi, yorum ve rivayetin, bu sebeple ihtiyatla karşılanması gerektiği konusunda da tereddüt etmemek gerekir.
AHİR ZAMAN İLMİHALİ/M. HAYRİ KIRBAŞOĞLU
|