İYİLİĞİN REÇETESİ: İNFAK
Amerika maddi refah anlamında birçok duyguyu doyasıya yaşamış bir toplum. Bu duygunun getirdiği olumsuz sonuçları da. Bu duygunun olumsuz sonuçları toplumsal bir felakete dönüşünce, bu konuda bir araştırma yapılmış. Araştırmanın adı: Mutluluk araştırması.
ABD’de yapılan mutluluk araştırmasının içeriğine gelince; bunlardan birinde, beyinde mutluluk hormonunun en çok salgılatan unsurun ne olduğu araştırılmış. Ve nasıl bir sonuca ulaşılmış biliyor musunuz? Bir başkasına iyilik yapmak ve paylaşmak... Yine Batı Amerika’da gençlerin nankörlük duygusuna yenilmesine engel olmak için “RASTGELE İYİLİK PROJESİ” adlı bir proje yürütülmeye başlanmış. California’daki öğrenciler mezun olmadan önce bu projeye katılıyor, herhangi bir köy veya kasabaya giderek burada yaklaşık iki ay süren projeye dâhil olarak insanlara yardım etmenin hazzını yaşama fırsatı buluyorlarmış. Ancak projeyi bitirdikten sonra diplomalarını almaya hak kazanabiliyorlarmış.1
İlginç değil mi? Paylaşmanın büyüsünü Batı toplumlarının bu kadar geç fark edebilmesi. Bu konuda ne kadar şanslı olduğumuzu yüce dinimiz sayesinde anlamış oluyoruz. Zira insanın sosyal bir varlık olduğunu en kâmil şekliyle dile getiren dinimiz, insanın paylaştığı zaman mutlu olabileceğini fark etmiş ve dile getirmiştir. İnsanı yaratan Yüce Yaratıcı tarafından gönderilen bu dinin insanın doğasına en uygunu dile getirmesinden daha doğal ne olabilir ki. Çünkü kaynak, aynı kaynak. İlahi kaynak. İnsanı yaratan, onun ihtiyaçlarını en iyi bilen Yüce Yaratıcının, yine insan için gönderdiği ilahi buyrukları. Elbette ki insanı yaratan bilecektir, onun için neyin ihtiyaç olup olmayacağını. Aslında ilahi olana kulak verdiğimizde, gönül verdiğimizde, öyle araştırma falan yapmaya gerek olmayacak bir durum bu. Sihirli kelimeler Yüce kitabımız Kuran’ı Kerim’ de. İnsanlığın reçetesi burada. Adı da İNFAK... Bakın bunun çerçevesi nasıl çiziliyor. Diyor ki Yüce Rabbimiz:
-Yüzlerinizi Doğu ya da Batı tarafına çevirmeniz iyilik demek değildir. Asıl iyilik Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan; akrabalara, yetimlere, yoksullara, yarıyolda kalanlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunanlara (kölelere, tutsaklara) mallarını sevmelerine rağmen yardım edenlerin; namazı kılanların, zekâtı verenlerin, antlaşma yaptıklarında yapmış oldukları antlaşmaları yerine getirenlerin; zorda, darda ve savaş zamanında sabredenlerin tutumudur. İşte doğrular (sözlerinin erleri) onlardır, takva sahipleri de onlardır. Bakara suresi/177. Ayet
-Malların Allah yolunda harcayanların durumu, her başağı yüz taneli yedi başak veren bir tohum tanesine benzer. Allah dilediğine kat kat verir. Allah’ın lütfu geniştir, O her şeyi bilir. Bakara Suresi/261. Ayet
-Ey müminler, kazandıklarınızın temiz ve kaliteli olanları ile sizin için topraktan yetiştirdiklerimizden sadaka verin, sakın kendiniz göz yummadan almayacağınız, adi ve kalitesi bozuk şeyleri vermeye kalkışmayın. İyi bilin ki Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, övülmek O’na mahsustur. Bakara Suresi/267. Ayet
İnfak; Yüce Allah’ın Müslüman toplumu bununla yükümlü kıldığı bir durumdur. Müminleri onunla koruduğu, kötülük, fesat ve azgınlığı onunla defettiği bir sorumluluktur. Bu öyle bir ilkedir ki; sadakayı, verenin nefsine süslü bir amele, alanı da yararlı ve karlı bir davranışa dönüştüren, bu yolla toplumu yardımlaşma, dayanışma, sevgi ve şefkat havası egemen bir aileye dönüştüren ve insanlığı, vereniyle-alanıyla birlikte üstün bir düzeye çıkaran psikolojik ve toplumsal bir adaptır.
İnfak; insani duyguları yüceltip, kirletmeyen, kimsenin onurunu rencide etmeyen ve duygularını tırmalamayan sadece ve sadece Allah’ın rızasına yönelik verilen bir olgudur.
İslam, infakla yalnızca kötülüğe set çekmeyi, karın doyurmayı ve ihtiyaçları gidermeyi dilememiştir. Kesinlikle... Onunla verenin nefsi için bir süs, bir arınma ve temizleme unsuru meydana getirmeyi, insanlık ve Allah’ın dini açısından kardeşi sayılan fakire karşı insanlık duygu ve bağlarını harekete geçirmeyi, Allah’ın kendisine verdiği nimetten, kibirlenmeden, israfa kaçmadan ve başa kakmadan “Allah yolunda” infak etmek suretiyle bu nimeti hatırlatmayı dilemiştir.
Günümüzde araştırmacı bazı psikologlar, iyiliğe karşı insan ruhundaki tabii tepkinin zamanla düşmanlığa dönüştüğünü ileri sürmektedirler.
Bunun nedeninin, alanın veren karşısında sürekli eziklik ve zayıflık duyması, bu duygunun gitgide ruhunda huzursuzluk meydana getirmesi, iyilik edene karşı kin ve düşmanlık besleyerek üstünlük kurmaya çalışması olduğunu belirtiyorlar. Çünkü alan kişi verenle karşılaştıkça eziklik ve zayıflığa kapılmakta, veren kimse de sürekli kendi iyiliğini düşünmesini istemektedir. İşte bu düşünce, sahibinin ızdırabını artırmakta, sonuçta bu durum düşmanlığa dönüşmektedir. Belki de bu yüzden “sol elin verdiğinden, sağ elin haberi olmamalı” denmiştir.
Ancak bu durum Kuran’ı Kerim’in belirttiği infak adabına uyan bir durum değildir. Zira onda kökten çözümlenmiştir bu mesele. Meseleye nefislerdeki infaktan başlanmıştır. Ruhlara, malın ve bunların elindeki rızkın Allah’a ait olduğu mesajı verilerek başlanmıştır.
İnsanın, insan olarak bir buğday tanesine ne kadar gücü yetebilmektedir. Tek başına. Sadece ve sadece tek başına. Bir buğday tanesinin yetişmesinde, güneşten, topraktan, sudan, havadan ve daha birçok şeyden bağımsız hareket edebilmekte midir? Bu örneği bir damla sudan tutunda bir iplik parçasına kadar birçok şeyle kıyaslayabilirsiniz.
Evet. Kıyasladınız mı? Sonuç.
Sonuç. Sonuç belli aslında. Aklı başında her insanın geleceği nokta. Nokta:
Elimizde bulunan maldan herhangi bir şey verdiğimizde aslında kendimizden, bize ait olandan bir şey vermemiş olduğumuz. Sadece bizlere emanet olarak verilen rızıktan verdiğimiz gerçeği. Çünkü bunları Rabbimizin bizlere verdiği olanaklar sayesinde elde etmiş olduğumuz aşikâr. Verdiğimizde Allah’ın malından vermiş oluyoruz. Şayet bunu usulüne uygun bir şekilde verirsek, öyle diplomaya falan gerek kalmadan vereceğimiz bir kazanç olacaktır. Bu öyle bir kazanç ki bu dünyada onun karşılığını verecek yani onu karşılayabilecek bir değer birimi yok. Zira bu Yüce Allah’ın kat kat karşılığını vereceği bir borç olacaktır. Yaradanın bizler için belirttiği adaba uygun verdiğimiz sürece bunun ecri Allah’ın katında.
Bu yüzden nefsimizden infak ederek verebiliyor muyuz? Kampanyalara, özel gecelerin, günlerin etkisinde kalmadan, kermeslerde alış-veriş egomuzu tatmin etmeden sadece nefsimizin içinde olduğu bir infağı yapabiliyor muyuz? Mazlumun sancısını taa kilometrelerce öteden, duvarların arkasından yüreğimizde hissederek yapabiliyor muyuz? Bizim için en değerli olanı verebiliyor muyuz? Ya da şöyle diyelim. Kendimize reva gördüğümüzü içimizde bir burukluk (cimrilik hissetmeden, gösteriş ve havaya kapılmadan) duymadan yapabiliyor muyuz? Bakın; hayatın bu hakikatiyle karşı karşıya kalan Peygamber dönemindeki örneklerle sözlerimi noktalayıp, sizleri düşünmeye davet ediyorum...
İbn-i Cerir, Berra b. Azib’e dayandırarak şöyle rivayet eder. Berra der ki:”Bu ayet Ensar hakkında nazil olmuştur. Ensar, hurmaları toplama zamanı gediğinde henüz olgunlaşmamış olanları toplayıp Resulullah’ın mescidinde iki direk arasında ipe asarlardı. Muhacirlerin fakirleri de bunlardan yerdi. Onlardan biri ham hurmaların arasına caiz olduğunu sanarak çürük olanlarını da katmıştı. Bunun üzerine yüce Allah böyle yapanları kınayan şu ayeti indirdi:
“...Adi şeyleri infak etmeye kalkışmayın...”
İbn-i Ebu Hatem bir başka yoldan Berra’ya dayandırarak şöyle rivayet eder: “Bizim hakkımızda nazil oldu. Hepimiz hurma sahibi idik. Adam, az çok ne varsa hurmasından getirirdi. Bazısı hurma salkımlarını getirir, mescitte bir yere asardı. Ehli-i Suffe’nin yiyeceği olmazdı. Onlardan biri acıktığı zaman gelir, bastonu ile vurur, olgunlaşmış veya olgunlaşmamış düşen hurmayı yerdi. İyiliği arzu etmeyen birtakım kimseler de en kötü salkımları ve hatta dalından kopmuş olanları da getirip asarlardı. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:’…Kendiniz göz kapamadan alamayacağınız adi şeyleri infak etmeye kalkışmayın.’ Ardından Hz. Peygamber ‘Sizden biriniz hediye edildiğinde gözü kapalı alamayacağı ya da ancak utancından alabileceği şeylerin benzerini infak etmeye kalkışmasın.’ Bundan sonra her birimiz yanındakilerin en iyisini getirirdi.2
Fikriye İmamoğlu
1Nevzat Tarhan/Var mı Beni Anlamak İsteyen sf:153,
2Fi zilâl-il Kur’an/ Bakara Suresi Tefsiri |