DÜŞENE BİR DE SEN VUR!
Günlerdir Özgecan olayıyla ilgili olarak konuşmayan kalmadı sanırım. Bu konuda alakalı alakasız birçok konuşan oldu. Birçok duygusal açıklama yapıldı. Bir vahşet siyasete nasıl alet edilir bunu gördük. Birçok konuşma duyduk. Herkes kendi penceresinden ve aklının yettiğince bir şeyler söylemeye çalıştı. Yeri geldi aktüaliteye uygun açıklamalar yapıldı. Yeri geldi bu vahşete yine içindeki şiddeti açığa çıkarırcasına küfürlü cevaplar verildi. Ortaçağ engizisyon mahkemelerinde uygulanan yöntemleri fütursuzca yayınlayarak kendilerince maktulü cezalandırıp, bir işe yaradıklarını sandılar. Öyle ki toplumun sosyolojik tahlilini yapıp, yazılarını, twetlerini küfürle taçlandırıp bayağı övgüde aldılar kendini bilmezler yine kendi hemcinsleri olan kendini bilmezlerden. Daha dün otel odasında basılan bu yüzden çarşaf çarşaf manşet olan birilerinin yaptıklarını unutup neredeyse en ünlü yarışma programıyla taçlandıracaktık da. Neyse ki talihsiz bir açıklama yaptı da gerçek yüzünü, gerçek niyetini anladık.
Bu kadar mı? Tabii ki değil.
Köşe yazarlarından biri “tecavüz bir erkek olarak size yapılsaydı” deyip adeta bunun senaryosunu yazdı fütursuzca.
Kendi şiddet fantezilerini bu olaya uyarlayıp, suçluyu kendi elleriyle yavaş yavaş duyulmamış işkence yöntemleriyle cezalandıranlar bile oldu. Geçmişte kendi başından geçen taciz olayını anlattıktan sonra gözümüzde yıldızı bir kat daha artan yıldızlar oldu. Oynadığı gayri ahlaki aşk-ı memnu dizisini ve toplumun başına ne tür çoraplar ördüğünü unutarak. Birden iki kanatlı melek tasvirine dönüşüverdi gözümüzde.
Sonuç; hepimizin birleştiği ortak nokta, erkeklerin suçlu olduğu ve muhakkak en acı, en ağır şekilde cezalandırılmaları şeklinde oldu.
Bütün bunlar yazımın giriş kısmı olarak en tepede dura dursun...
Ben sizlere şiddet, taciz, tecavüz, vahşet, cinayet gibi olayların nasıl toplumsal geçmişi olduğuna şahit olduğum birkaç olay anlatacağım. Bu tip şeyler durduk yere, birden bire oluvermiyor. Cani dediklerimiz, katil dediklerimizde bir zamanlar çocuktu...
Dağılmış aileler, paramparça olmuş yuvalar ve bu toplumun bireyleri olarak bizlerin bu kişiler üzerinde ki olumsuz payımız nerededir bir bakalım...
Kızımın ilkokula başladığı yıllar... Onun için olduğu kadar anne olarak benim için de ilk tecrübe. Sınıfımızda problemli addedilen bir erkek çocuğu vardı. Anne baba ayrılmış. Çocuk babaannede kalıyor. Anne geceleri çalışıyor. Karanlık diyebileceğimiz, sorunlu diyebileceğimiz bir aile. Okul yönetimi ve sınıf öğretmeni her ne kadar duyulmaması için çaba sarf etseler de. Bu tür konular gizli kalmaz ve bir şekilde duyulur kıyısından köşesinden bilirsiniz. Duyulur duyulmaz annelerde bir tedirginlik, çocuğun gitmesi için yapılan temenniler, çalışmalar... Ve kısa zamanda çocuğa yapıştırılan etiket. Sorunlu çocuk, problemli çocuk... İş bu kadarla bitiyor mu sanıyorsunuz? Muhtemelen bunları kendi çocuklarının yanında da konuşuyor olmalılar diye düşünüyorum. Hem de en olumsuz şekliyle. Alttan alta bilinçaltı işlemeleri. Deyim yerindeyse kader vurmuş, bir de sen vur. Korkma! Korkma! Çocuğunu korumak adına bir başka çocuğa acımasızca bir de sen vur! Ne de olsa hayat vurmuş! Bir sen vurmuşsun çok mu? Üstelik tüm bunları çocuğunu korumak adına yapıyorsun!
Sonrasında ne mi oldu? Geçmiş zaman hafızamda kalan bu çocukcağızın sınıfta bir arkadaşıyla tartıştığı bir sırada onu tehdit etmesi. “ Seni mekânıma çağırıp, adamlarıma dövdürürüm. “ Bunu söyleyen birinci sınıf çocuğu. Henüz internetin ve dolayısıyla savaş oyunlarının, adam öldürmeli oyunların olmadığı zamanlar. Bu çocuğumuz nasıl bir kin, nefret ve öfkeyle dolmuş, doldurulmuş ya da ötelenmiş, örselenmişti de bunu söylemişti. Hani derler ya “bacak kadar boyuyla”... Bu hikâye nasıl devam etti dersiniz, bir süre sonra sınıftan bir şekilde ayrıldı. Başka bir sınıfa mı verildi? Yoksa başka bir okula mı gönderildi? Açıkçası bilmiyorum. Peki! Bu yaşta bunu söyleyen çocuğumuzun hayatı nasıl devam etmiştir sizce? İnşaAllah devamı bu şekilde gelmemiştir.
Taşınma dolayısıyla okuldan başka bir okula geçmek zorunda kalmıştı kızım. Bu sınıfta da etiketlenmiş bir çocuğumuz vardı. “Belalı dedikleri türden!” Bela ki, ne bela!
Böylesi bir çocuğun varlığından haberdar olunca ben de bir anne olarak kızıma küçük uyarılar yaptım. “Aman kızım sakın o çocukla tartışma, zıtlaşma, sataşma” gibi. Korktuğum hiç olmadı. Yani sınıfta bazı arkadaşları problem yaşarken kızım bu erkek arkadaşıyla hiç problem yaşamadı. Kızım “anne herkes kötü biriymiş mi gibi davranıyor ama aslında özünde iyi biri” diyordu. Mesela bana hiç saygısızlık etmiyor diyordu. Bir şey olduğunda ona kızmak, onunla çekişmek yerine güzelce konuşuyorum. O da anlıyor diyordu. Demek ki tepki tepkiyi doğuruyordu. Şiddetin şiddeti doğurması gibi.
Bu çocukcağızın ailesi de toplum tarafından fişlenmeye uygun bir aileydi. Bir kaç abisi hapiste. Evde kalan abisi de okul zamanı gelip teneffüs ya da beden eğitimi derslerinde kardeşini deyim yerindeyse zorla ikna ederek okuldan kaçırıyordu. İdare buna engel olmaya çalışsa da her dakika bu öğrenciyi gözetleyemeceği için zaman zaman okuldan da kaçırılıyordu bu çocukcağız. Okuldan kaçan çocukları zaman zaman sokaktan toplayan okul idarecileri de görmüş oldum böylece.
Özünde iyi olan bu çocukcağızın hikâyesi nasıl devam etti dersiniz. İlk etapta abilerinin kurbanı olan bu çocuğumuzun devamsızlıkları git gide arttı. Sonra nemi oldu. Okulu bir yerden sonra bıraktı. Buna en çok peşinde koşuşturan okul yönetimi ve veliler sevinmiştir herhalde. Kendimi tenzih ederek söylüyorum. Zira ben çok üzülmüştüm.
Sınıfta arkadaşıyla problem yaşayan çocuğunun problemini kendi davası haline getirip içselleştiren anneler gördüm. Parmağını o küçücük bedenlerin üstünde sallayarak biricik yavrusunu koruyan “sözüm ona vefalı anneler”. Sevgisini sadece kendi çocuğuna veren, etrafa öfke dağıtan anneler.
Mesela bir velimiz vardı. Oğlu üstüne tir tir titreyen. Öyle ki onun arkadaşını karşısına alıp, büyük oğluyla tehdit edecek kadar. Düşünüyor musunuz iki yaşıt çocuk kavga ediyor ve siz sınıf öğretmenini hiçe sayıp, karşınızdakinin de sizin evladınız gibi bir çocuk olduğunu unutup onu sınıfta fırçalıyor, bu da yetmiyormuş gibi abisiyle tehdit ediyorsunuz. Diğer çocuklar kadar bu çocuğumuzu da merak ettiniz mi? Bu iki çocuk arasında geçen ne olursa olsun, tehdit edilen çocuk ruhunun nasıl örselendiğini, aşağılandığını ya da...
Pe ki tehdit eden, aşırı korumacı annemizin evladı hayatına ne kadar sağlıklı devam edebildi? Boşlukta koca bir soru işareti ???
Bizler dağılmış ailelerin, parçalanmış yuvaların çocuklarına böyle davrandığımız sürece sorunlar biter mi sanıyorsunuz. Tek suçu mutsuz bir yuvada çocuk olmak olan bu çocuklara.
Nitekim Özgecan vahşetinin baş faili de böylesi bir ailenin ürünü. Görüyorsunuz değil mi? Etiketleme, dışlanma, hor görme nelere sebep oluyor. Kanserli doku gibi etrafına da nasıl da bulaştırıyor hastalığını.
Bizler bu tür vahşetler, cinayetler karşısında sadece sonuca odaklı düşündükçe ve aktüel tepkiler verdikçe kendi kendimize yine en büyük kötülüğü yapacağız. Yine insanları etiketleyeceğiz. Yine dışlayacağız. Bu tür zamanlarda (benim okumaktan hayâ duyduğum) öfkeler kusacağız. Bir bakıma bizim yansımamız olan öfke nöbetleri.
Kimileri fırsat bu fırsat deyip ideolojik kusmalar yapacak. Bilmem nerenin istatiksel sonuçlarını paylaşıp, bakın biz de daha az oluyor demeye getirecek neredeyse. Allah aşkına bu sayılarla yarıştırılacak bir konumu? Hani başkalarında daha çok olması yüreğimizi daha mı rahatlatacak? Peki vicdanımızı?
Sonra...
Yaraya merhem mi olacağız. Yoksa siyasilerin, medya patronlarının çarkına su mu taşıyacağız. Bu olayda idamı, hadım etmeyi konuşan bilmem ne kadar gazeteci, avukat kadar psikolog, psikiyatr gördünüz mü ortalıkta. Hala kadına şiddeti mi konuşmaya devam edeceğiz. Hala meseleyi cinsiyet üzerinden mi konuşacağız? Peki! Şiddete maruz kalan çocukları, erkekleri, hayvanları… Onları da başka bir vahşet vuku bulduğunda mı konuşacağız? Demek ki sorun temelde insana, canlının her türlüsüne yapılan şiddette yatıyor. Hayvana şiddet uygulayan, ağaca şiddet uygulayan da, çocuğuna şiddet uygulayan ebeveynler de, eğitimciler de , eşine şiddet uygulayan eşlerde, toplumu oluşturan her kesimde...
Bunu ne varoşlara mal edip, ötekileştirerek işin içinden çıkabiliriz ne de ne kadar kızgın ve üzgün olduğumuzu ifade eden anlık sözlerle. Çünkü bu ne varoşların sorunu ne orta direğin ne de zenginlerin. Sorun toplumu oluşturan tüm bireylerin yani bizlerin sorunu.
Sadece sonuç odaklı ve duygusal düşünerek içimizde kangrenleşen bu olayı halledemeyiz. Birey olarak bizler vicdani sorumluluklarımızı yerine getirirken umarım devletimizde bu işin uzmanlarıyla kafa kafaya verirde daha kalıcı çözümler için adımlar atar. Yoksa ki bir iş olup bittikten sonra annemin deyimiyle “eyvah dedikten sonra” istedikleri kadar asmışlar kesmişler neye yarar.
Giden geri gelir mi?
Rabbim bu türden acı yaşayan tüm insanlara sabır versin. Amin...
FACEBOOK HERRENK MUTFAĞI |